Tahir ORHAN


28 YILDIR HAVANDA SU DÖVÜLDÜ

---------------------------


Bizim kuşak, 24 Ocak denildiği zaman 1980’deki ekonomik kararları hatırlardı. Yüzde 32,7 (32 virgül 7 - küsurlu sayılar virgülle okunur diye diye dilimizde tüy bittiği halde hâlâ bunu 32 nokta 7 diye okuyanların kulağını çekmek için yazı ile de yazdım) oranında kur ayarlaması yapılarak serbest kur sistemine geçilmesini ve bazı tarım ürünleri için uygulanan sübvansiyonun kaldırılmasını da çok iyi hatırlarız.

Ancak bu günde, 28 yıl önce Gazeteci-Yazar-Araştırmacı Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, 20 yıl önce yine 24 Ocak günü Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan’ın katledilmesi olaylarını hatırlamaktayız.

2000-2002 yılları arasında Trabzon Gazeteciler Cemiyetinde Asbaşkanlık görevini yürütüyordum. 24 Ocak’larda yaptığımız açıklamalarda özellikle Uğur Mumcu’yu katledenlerin hâlâ bulunamadığını söyler, bu gidişle bulunamayacağını haykırırdım. Bugün, 28 yıl önceki noktadayız. Ne yazık ki Uğur Mumcu olayı halen fail-i meçhuldür. Zaten öyle kalması da gerekiyordu. Çünkü Uğur Mumcu, öldürülmeden önce PKK’nın dış kaynakları ve gazeteci, yazar, akademisyenlere yönelik saldırılar üzerine çalışıyordu ve bir de meşhur Alman Vakıfları meselesi vardı. Almanya, Birinci Harb-i Umumi’de bizim yanımızda olmasına rağmen daha sonra bize büyük düşmanlık besleyen bir ülkedir ve bu halen devam etmektedir. Alman Vakıfları da, Türkiye üzerine hain emeller peşindedir. Ne yazık ki, 2002 – 2006 yılları arasında cemiyet başkanlığı yapan Hasan Kurt’un döneminde Alman Konrad Adenauer adlı vakfın finanse ettiği bir “Yerel Medya Semineri”ni Trabzon’da gerçekleştirmiştik. Birkaç gün süren seminerde bendeniz de bir oturum yönetmiştim. İşte o vakıf da, Uğur Mumcu’nun araştırdıkları arasındaydı. Bazı kirli işler için çok para harcıyorlardı.

Buradan yeni bir boyuta geçmek istiyorum. Uğur Mumcu’nun katledilişi, hep sıradan katiller üzerine yıkılmış görünüyor. İlk 7 yılda 7 ayrı katil bulunduğunu da hatırlayalım. Oysa o sıradan bir saldırı değildi. Uluslar arası boyutları olan bir planlı saldırıyı bu şekilde değerlendirmek, havanda su dövmekten başka bir şey değildi. Şimdi zaten tamamen unutulup gitti.

O yıllarda, Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu ve ağabeyi Ceyhan Mumcu, mahkemeye çok enteresan bilgiler verdiği halde, “Bunlar çok ayrıntı, bir işe yaramaz” diyerek kulak ardı edildi. Bir tanesini burada yazarak konumuza devam etmeye niyetliyim. Ankara’da bomba yerleştirilen arabasının bulunduğu sokağın, Tunus Büyükelçiliğine bakan cephesindeki polis noktasının, Mumcu’nun arabasını gören camının o gün karartılmış olması ve öğle sonrasında Hacettepe Hastanesinde bir yakınını ziyarete gitmek üzere vakit doldururken camda sigara içen Uğur Mumcu’yu gören ismini vermediğimiz bir CHP Ankara milletvekili o gün pazar olduğu halde “Bugün dışarı çakmayacak mısınız” diye sorması tamamen tesadüf müdür? Uğur Mumcu’nun CHP ile ilgili çok fazla şey bildiği ve bazı sırları mezara götürdüğünü de hatırlatalım.

2001’in 24 Ocak günü Gaffar Okkan ve 6 arkadaşı, Diyarbakır Sezai Karakoç caddesinden geçerken büyük bir saldırıya uğrayıp şehit edilmişti.

Uğur Mumcu’nun katledildiği 1993 yılı, çok araştırılmaya muhtaçtır. 5 Şubat 1993’te Adnan Kahveci, Gerede yakınlarında bir şaibeli trafik kazasına kurban giderken, 16 Nisan 1993 günü de bu kez Turgut Özal, sonradan TÜBİTAK’ın “Zehir var, zehirlenme yok” diye garip bir açıklama yaptığı karmaşık ve akıl karıştıran bir şekilde öldürülmesi tesadüf değildi, olamazdı zaten.

Hafızalarımızı tazelemek üzere o yıllardan kalan bir iki hatırayı da zikretmeme müsaade ediniz. Uğur Mumcu’nun o soğuk Ankara gününde cenazesine katılan on binlerce insanın ezan okunurken ezanı yuhalaması ne kadar da çirkindi. Sonradan bunu kendileri de anlayıp içlerinden aklı erenlerin özür dilemesi yine güzel bir hareketti. Bundan 4 ay kadar sonra bu kez Turgut Özal’ın cenazesi, bir devlet adamı cenazesinden ziyade bir din adamı cenazesi şeklinde gerçekleşmişti. Özellikle Hacı Bayram Camisinden kaldırılmayı bizzat kendisi istemişti. Ayrıca “Frederic Chopin’in köpeği için yazdığı marşı cenazemde çalmayın, beni tekbirler kaldırın” demesini de hatırlayalım istedim. O zamanki TOBB Başkanı Ali Coşkun’un, bizzat bu vasiyeti yerine getirmeyi hatırlatmak üzere apar topar bulunduğu İstanbul’dan Ankara’ya gitmesi de, bunun içindi. Ve rahmetli Özal, istediği gibi tekbirlerle kaldırıldı. Üstelik bütün yurtta gıyabi cenaze namazı kılınmıştı. Bendeniz ise Burdur’da bir günlük askerdim.

Bütün bunları, hafızalarımızı tazelemek için anlattım. Faillerinin hâlâ bulunamamasının, bulunmak istenmemesinden kaynaklandığını da yine vurgulamak isterim.

Hepsine rahmetler dileyelim.

Muhabbetle efendim!